MAKALELER

HASTALIKLAR NEDEN BU KADAR ARTTI?

Hastalıklar Neden Bu Kadar Arttı?

Hastalıklar Neden Bu Kadar Arttı?

Şehirlerin alt yapılarındaki iyileşme, artık büyük çaplı savaşların, kıtlıkların, salgınların olmaması nedeni ile bir önceki yüzyıla göre ülkemizde ve tüm dünyada bebek ölümlerinin azaldığı ve ortalama yaşam süresinin arttığı bir gerçek. Ancak bu güzel gelişmeler ile beraber kanserlerde, kalp damar hastalıklarında, şeker hastalığında, nörolojik hastalıklarda psikolojik hastalıklarda ve otoimmun dediğimiz kendi bağışıklık sistemimizin bize saldırdığı hastalıklarda çok ciddi artış izlenmektedir. 

Her 3 kişiden biri kanser, her iki kişiden biri de kalp damar hastalıklarına bağlı olarak hayatını kaybetmekte. Üstelik, bu ölümcül hastalıkları, zannedildiği gibi sadece yaşlılarda da görmüyoruz. Hemen herkesin yakın bir akrabası ya da tanıdığı kansere yakalanmış durumda. Bu hastaların önemli bir kısmı da genç.

 

Üniversitede günlük pratiğimde 40 yaş öncesi çok sayıda hastaya biyopsi yapıp, kanser teşhisi koyuyorum. Devlet hastanesinde çalışan bir doktor her poliklinik günü 100 civarında hasta görmek zorunda kalıyor. Kalp krizi yaşı artık 30 lu 40 lı yaşlara inmiş durumda. Sağlık bakanlığı istatistiklerine göre ülkemizde her yıl hekime başvuru sayısı 700 milyon, bu hastalardan 11 milyonuna MR, 12 milyonuna Bilgisayarlı Tomografi çekilirken, 4 milyondan fazla hasta da ameliyat ediliyor. Tüm bunlara yıllık harcadığımız para 100 Milyar TL yi aşmış durumda. Bu rakamlar her geçen yıl artmakta ve biliyoruz ki artık hiçbir ülkenin sosyal güvenlik sistemi bu artan hastalıklar karşısında ekonomik olarak dayanabilecek güçte değil.

Elbette olay sadece ekonomik bir sorun da değil. Her yıl yeni tanı alan 150 bin kanser hastasının hayatının sonuna kadar devlete getirdiği ortalama 300 bin TL lik ekonomik yükün yanında kansere yakalanan kişi ve yakın aile fertleri bazında çok ciddi bir sosyal sorun da ortaya çıkıyor. Hasta bakmak zorunda kalan üretkenlikten mecburen ayrılan, hayallerini, umutlarını kaybeden milyonlarca insan da, başta psikolojik rahatsızlıklar olmak üzere birçok sorun yaşıyor.

Tüm bunların yanında beni en çok üzen şey ise, bu hastalıklar ile boğuşan insanların başlarına gelenin sadece genetik bir talihsizlik ya da şanssızlık sonucu ortaya çıktığına inanılması. Hem hekimlerde hem de hastalarda böyle bir inanç var. Hastalıklara davetiye çıkartan yaşam tarzımız, beslenme alışkanlıklarımız, yaşadığımız ortamdaki çevresel faktörler, hayatımızın vazgeçilmez parçası haline getirdiğimiz kimyasallar, organlarımızda ve yağ dokumuzda biriken ağır metaller, yoğun stresli, hareketsiz, gündüz güneşsiz, gece aydınlıkta geçirdiğimiz hayatımızın hastalanmamızda ne kadar etkili olduğunu anlayamıyoruz. Yediklerimizin içinde olması gereken ancak endüstriyel üretim koşulları nedeniyle çok yeteriz olan vitaminler, mineraller, antioksidanlar ve omega 3 ün eksikliğinin vücudumuzda ne kadar ciddi sorunlara neden olabileceğini bilemiyoruz.

Yediğimiz etin kaynağı, mısır silajı ve pancar küspesi ile beslenen tutsak bir hayvan ise o etin bizim sağlığımıza nasıl bir etki oluşturacağını düşünmüyoruz. Bir elma ağacına ürünü alana kadar 14 defa ilaçlama yapıp, dalından kopartılan elmanın 6 ay bozulmadan depolanabilmesi için üstüne bir de parafin ile kaplayınca, elmayı yiyende herhangi bir sorun yapmayacağını mı zannediyoruz? Yahut farkındayız da “Ben ne yapabilirim ki?” deyip umursamadan çayımızı yudumlamaya devam mı ediyoruz? Amacım sizlere bunları anlatarak sadece canınızı sıkmak ve çözümsüz bırakmak değil. Çözüm önerilerimizi neler yapabileceğimizi de konuşacağız elbette. Ama önce sorunu teşhis edelim.

Hepimiz her şeyin başı sağlık diyoruz ama sağlığın kıymeti kaybetmeden anlamıyoruz. Sağlık elden gidince de bazı şeyler için geç kalmış oluyoruz. Bazılarınız bu cümle ile ne demek istediğimi çok iyi anlıyor, bazılarınız ise mutlu azınlıkta olup ciddi bir sağlık sıkıntısı henüz yaşamadı. Bu yazı dizisinde sizlere bir yandan, küresel şirketlerin nasıl insan sağlığını hiçe sayarak bilimsel çalışmaları, sağlık sistemini tüm dünyada manipüle ettiğini, sade vatandaşın hatta hekimlerin bile nasıl çaresiz kaldığını anlatırken, bir yandan da sizlere fert ve toplum olarak neler yapabileceğimizi anlatmaya çalışacağım. Başta kanser olmak üzere birçok hastalıktan korunmak veya var olan hastalıklarınızdan tam anlamıyla kurtulmak için nelere dikkat etmeniz gerektiğini paylaşacağım.  

Şimdilik şu kadarını söyleyeyim, sağlık bir bütün olarak fiziksel, zihinsel ve psikolojik olarak tam bir iyilik halinde olmaktır. 

Sonraki yazılarımızda ağırlıklı olarak bizi hastalandıran fiziksel ve zihinsel etmenlerden bahsedeceğim ancak psikolojik faktörler de en az onlar kadar önemli.  Toplumumuza baktığımızda çoğumuzun hayatı doğru olarak anlamlandıramadığımızı görmek mümkün.

Bir tarafta varlık sebebini unutmuş, Allah hiç yokmuş gibi kaygılı, hiç ölmeyecekmiş gibi hırslı, hayata, yaratana, aslında kendine öfkeli olan insanlar görüyoruz. Diğer tarafta, hayatı haz ekseninde yaşayan, hazzı da tüketmeye endekslemiş, tükettikçe haz alan, haz aldıkça tüketen, gerçekte tükettiğinin kendi hayatı olduğunu fark edemeyen bir grup var.  

 

Sosyal yönden birçok sıkıntı yaşayan bu insanlar bir yandan da modernitenin getirdiği iş yükü ve yoğun stres altında eziliyorlar. Tüm bunlardan bağımsız olarak orta doğu coğrafyasında bir ülke olmamız nedeniyle belirsizliklerin ve savaşların içerisinde yolumuzu çizmeye çalışırken dinlenmeye, kafamızı boşaltmaya, gülümsemeye, gülümsetmeye hiç mecalimiz yok. Hal böyle olunca hastalıklar için çok elverişli bir ortam zaten oluşmuş oluyor. Çünkü psikolojik yönden sağlıklı olmayan bir insanın başta bağışıklık, sindirim ve sinir sisteminde olmak üzere birçok sisteminde önemli fonksiyonları kilitleniyor.

Örneğin, kronik stres nedeni ile adrenal aksın devamlı uyarılması, kortizolün yükselmesine netice olarak da insülinin yükselmesine neden oluyor. Adrenal aksın bozulmasından dolayı kadınlarda ve erkeklerde hormonal sistemlerde problemler ortaya çıkıyor. Kronik stres ayrıca direk olarak bağışıklık sistemini zayıflatıyor, üstüne üstlük vücudunuzdaki kimyasalların ve ağır metallerin toksik yükü birçok enzimlerinizin fonksiyonunu azaltırken, modern beslenme tarzının neden olduğu vitamin, mineral ve omega 3 eksiklikleri de birçok hayati fonksiyonların yerine getirilememesine neden oluyor. Karaciğerinizin antioksidan ve toksinlerden kurtulabilme kapasitesi düşüyor ve günün birinde genetik olarak zayıf halkanız neredeyse zincir oradan kopuyor ve tüm bunlara dayanamayan vücudunuz en sonunda hastalanıyor. Bu noktaya gelene kadar yani hastalık ortaya çıkana kadar ne yazık ki kimse sizi uyarmıyor. Bir şeylerin yolunda gitmediği konusunda kendi vücudunuzu nasıl dinleyeceğinizi anlatmıyor.

Bu nedenle koruyucu hekimlik ve fonksiyonel tıp yaklaşımının mutlaka yaygınlaşması gerektiğine inanıyoruz. Fonksiyonel tıp yaklaşımını bir cümle ile özetlemek gerekirse; hastalığınızın sadece bulgularını tedavi etmek yerine, aynı zamanda bu hastalığa neden olan fonksiyonel bozukluğu araştırıp onu düzeltmeye odaklanan bir yaklaşımdır. Ülkemizde henüz çok yeni olan bu yaklaşımı yaygınlaştırabilmek amacıyla 2017 yılında KOHEF- Koruyucu Hekimlik ve Fonksiyonel Tıp Derneği kuruldu. Çok yakında hekimlere ve halkımıza yönelik eğitim çalışmaları başlayacaktır.

Doç. Dr. Mehmet Mahir Atasoy

dratasoy.com

SOSYAL MEDYA